Hepinizin bildiği üzere geçen haftalarda kamp yapmak için tanıdığım herkesi davet ediyordum.Tabi herkesin çoluğu var çocuğu var...çocuğu var Bende İğneada ve Kıyıköy'ü çok merak ettiğim için yağmur da olsa kimse gelmese bile gitmeyi kafaya koydum.Ve yola koyuldum:
İğneada'ya gitmek için önce Demirköy'den geçmek gerekiyor.
Demirköy yolu:
Demirköy:
Demirköy'den Dupnisa Mağarası'na yol gidiyor.Ama 30 kilometrelik yolun 10 km'si mıcır olduğu için gözüm yemedi.
Dupnisa Mağarası(Görsel internetten alınmıştır.Gidecek olanlara rehber olsun diye ekliyorum.):
Demirköy'ün tarihi bir yanı var.Osmanlı zamanında en önemli savunma sanayi tesislerinden biriymiş.İstanbul'un fethinde kullanılan toplar burada üretilmiş.Buradaki teknolojik sistemi avrupalı devletler 17.yy da anca yakalamışlar.Daha sonradan savaşlarda tahrip olup yıkılmış tabiki.Ben oradayken restorasyon çalışmaları vardı.Tahmini bitiş süresine 1 sene var.Gidecek olanlar not etsin
Demirköy Dökümhanesi diğer adıyla Fatih Dökümhanesi(Görseller internetten alınmıştır.) :
Demirköy'den çıkıp meşhur iğneada'ya doğru yola devam ediyoruz.Ve o meşhur İğneada yolu:
İnsan böyle yollarda sürerken yolun bitmesini hiç istemiyor
Ve iğneada'ya vardım.Vardığım gibi erzak eksiğimi tamamlamak için durdum.Tatil sezonu olmadığı için tatilci ve aynı zamanda motorcu ve aynı zamanda da kampçı gördükleri için şaşkın esnaf Hemen 1-2 kişi ile motorlardan,İstanbul stresinden konuya girip muhabbet etmeye başlıyoruz tabiki Çok cana yakın insanları vardı.20 kilometreye yakın kumsal sahili var. Normal zamanda 3 bin nüfusu olan beldede tatil zamanları 100 bine çıkıyormuş nüfus.Civarda ne iş yapabilirim ve İstanbul'dan nasıl kaçarım diye kaçış yolları arıyorum tabiki
İğneada'nın daha ilerisinde olan 4-5 km uzaklıktaki Limanköy'e gitmeyi planlamıştım.Böylece uzak noktaya giderken ideal kamp yerimi de aramış olacaktım.Limanköy'de 1866 yılında Fransızlara yaptırılan tarihi bir deniz feneri bulunuyor.Karadeniz'in en batısındaki fenermiş kendileri.Elektrik tesisatının olmadığı dönemlerde kurma koluyla kurularak gazyağı ile denizi aydınlatan fener, günümüzde 100'lük halojen ampul ve plastik yansıtıcılar sayesinde 20 mil uzaktan bile görülebiliyormuş.İçine girmeyi denedim ama kapı kilitliydi
Limanköy Feneri diğer adıyla İğneada Feneri:
Daha sonra Bulgar köyleriyle olan komşuluğunu duyduğum Beğendik Köyü'ne gittim.Daha önceden oraya gidenler tenekede tavuk yemeden gelmeyin demişler.Çok istedim yemeyi ama sezon bittiği için kapatmışlar mekanı :( Köylüler balıkçılık,hayvancılık ve odunculukla geçiniyor.Ben de limana kadar gittim ve limanın 50 metre ilerisindeki tepeye kurdum kampı.İlk gece deniz kenarının hemen dibinde olduğum için dalga sesleri rahatsızlık verince sabah uyanınca çadırımı biraz geriye ormanın iç kısmına doğru taşıdım.Güneşi de görünce attım kendimi denize
Köylüler ile kahvede oturup muhabbet ettim.Sağolsunlar çay sevmeyen adamı çay manyağı yaptılar
Çarşamba günü toparlanıp yola koyuldum tekrar.Tabi iğneada'nın gezmediğim daha çok yeri vardı.Meşhur longoz ormanlarını görmeyi çok istiyordum ama yolları asfalt değilmiş.Havalarda yağışlı olduğu için riske girip gitmedim. :(İğneada merkeze 1,5 km uzaklıkta Mert Gölü var.Etrafında kamp alanları mevcut.
Mert Gölü:
Ve yollar bizi bekler
İşte meşhur Kıyıköy yolu:
Sadece İstanbul'da motor kullanmış birisi ben motora biniyorum demesin.Ağzına kürekle vururum
Ve Kıyıköy'ü uzaktan görünce içimi bi heyecan kapladı Surları görünce Fatih'in Topkapı'dan girişi gibi göğsünüzü kabartarak giriyorsunuz Kıyıköy'e
6. yy'da Bizans İmparatorluğu tarafından koruma ve gözetleme amacıyla yapılmış.
Kıyıköy Surları:
Trakya çok ilginç bir bölge; güneyinde neredeyse hiçbirşey yok ama kuzeyinde eşsiz doğa harikaları mevcut.
Kıyıköy merkezinde erzak ihtiyacımı tamamlayıp kamp yeri aramaya başladım. Daha önceki denize 0 kamp yerindeki gürültüden tecrübe kazandığım için denize biraz uzak yerde aradım kamp yerini.Ve buldumda :
Ara sıra küçük-büyük baş hayvanlar otlamak için yanımdan geçsede rahatsızlık vermedik birbirimize
Ertesi gün hem etrafı gezmeye-keşfetmeye çıktım hem de güneşi ve güzel plajı görünce denize girdim Dönüştede odun toplayıp gece için hazırlandım.Ee ne de olsa winter is coming İsmail
Cuma sabahı toparlandıktan sonra Aya Nikola Manastırı'na gittim.Cuma sabahı manastıra gitmemde ilginç bir tesadüf oldu 6. yy'da kayalar oyularak yapılmış.Ayrıca keşişlerin dinlenme ve ihtiyaç hücreleri de mevcutmuş.
Ve sağ salim evdeyim
İlk başta yalnız kaldığım için üzülmüştüm.Sıkılırım diye korkmuştum.Ama şimdi iyiki tek gitmişim diyorum.Hiç sıkılmadım,korkmadım.Toplumdan uzaklaşmak korktuğum-korktuğumuz kadar kötü birşey değilmiş,bunu anladım.Günde en fazla 2-3 saat boş vaktim oldu.Onda da kitap okudum.Etrafı gezmek,manzarayı izlemek gerçekten çok güzeldi.Dolunay tepede,denizde yansıması ve arka fonda sevdiğiniz güzel bir müzik.O geceyi sanırım asla unutmayacağım.
Fotoğraf makinem olmadığı için telefonumla düşük kaliteli fotoğraflar çekebildim.Değişik kuş türleri gördüm ama telefonla çekemedim.
İşin yol kısmına hiç değinmiyorum bile.Bütün yol boyunca yüzümde bir tebessüm, bir sırıtma hali mevcuttu Gerçektende İstanbul'da motor sürmüyoruz biz,bunu anladım.
Yazıyı çok uzattım ama en son şunu söylemek istiyorum.İsterseniz manyak deyin,isterseniz deli cesareti.Ne derseniz deyin ama beni o mutlu halimle görseniz hak verirdiniz.Bence herkes kendi başına yola çıkıp yalnız başına bunu yapmalı.Tek geceliğine de olsa...